Hayata bakışımızı temelden etkileyen muazzam bir yas döneminden geçiyoruz Türkiye’de…
Ruhsal, fiziksel ve zihinsel yönlerimizi dolduran bu duygu seliyle başa çıkmaya çalışırken, birçoğumuz kendini bu duyguları bastırmaya veya öz benliğiyle uyumlu olmayan bir şekilde deneyimlemeye meyilli bulabiliyor. Oysa her birimiz, yas deneyimini kendine özgü kılan eşsiz bir içkinliğe ve yaşam akışına sahip…Yasla sağlıklı bir ilişki kurmak adına öncelikle yasımızı ve onun bizdeki eşsiz yansımalarını anlarsak, kabul edersek ve özümüze uygun bir şekilde işlemeyi öğrenirsek, acılarımız içinden büyüyebilir, iyileşebilir ve daha dengeli, ve sağlıklı bir geleceğe doğru ilerleyebiliriz.
O yüzden bu yazımızda, yas ile sağlıklı bir ilişki geliştirmenin önemini ve bu zorlu yolculukta özümüze sadık bir şekilde nasıl yol alabileceğimizi ele alıyoruz…
Yas Nedir?
Yas, kayba karşı verdiğimiz duygusal, bilişsel ve deneyimsel tepkiler bütünüdür. Sevdiğimiz biri vefat ettiğinde veya değer verdiğimiz bir ilişki son bulduğunda çoğu zaman tüm varlığımıza acı veren dengesizlikler yaşarız. Ruhsal, zihinsel ve bedensel değişimler deneyimleriz. Ne olursa olsun tüm bunlar, insan olmamızın ve akışımızın bir parçası olan doğal tepkilerdir…
Yas genelleştirilebilir bir kavram değildir, son derece bireyseldir... Keza sosyal doğamız gereği birbirine bağlı varlıklar olsak da kişiliğimiz, hissiyatlarımız ve yaşam yolculuğumuz hep nevi şahsına münhasır...
Yas tutmak ne kadar kişiselse yasa neden olan etkenler de o kadar değişken olabilir. Evet, sevdiğimiz bir insanın vefatı benliğimizde kuşkusuz dönüşümsel derecede yoğun bir yas evresi yaratabilir. Fakat bunun dışında hiç tanımadığımız bir canlının ölümü veya ağır hastalığı; ayrılık, ev kaybı, işten ayrılma, hatta bir hayalin ulaşılmazlığı bile yas tutmamıza yol açabilir.
Yasın doğru ve yanlışı olmadığı gibi, küçüğü-büyüğü de yoktur… Kaybımız bizim için önemli olduğu sürece onun için yas tutmamız normaldir.
Yas, çok boyutlu ve özgüsel bir fenomen... Nedenleri, yoğunluğu, etkileri dahil birçok açıdan kişiden kişiye muazzam farklılıklar gösterir. Dolayısıyla bazen yaşadığımız duyguların yas olup olmadığını anlamak zor olabilir. Psikiyatrist G. Libman Engel’in “Yas bir hastalık mıdır?” adlı çalışmasında öncülük ettiği araştırmalara göre ise yasın duygusal, zihinsel ve fiziksel belirtileri nispeten öngörülebilir.
Duygusal: Özellikle beklenmedik kayıplar karşısında yasımız genelde şok, şaşkınlık, kafa karışıklığı ile kendini gösterir. Bu duygulara umutsuzluk, özlem, yalnızlık gibi üzüntü hisleri eşlik edebilir. Kederimiz bizi pişmanlık ve öfkeye de sürükleyebilir. Yasın tetikleyicisi kendi ölümlülüğümüzü ve kırılganlığımızı hatırlamamıza neden olarak endişe ve korkuya da yol açabilir.
Zihinsel: Yas, zihni andan koparıp farkındalığımızı zayıflatabilir... Bazılarımız bir kayıp yaşadığımızda geriye bakıp zihnimizi ‘keşkelerle’ dolu düşüncelere hapsederiz. Kimimiz ise “bu kayıp olmasaydı hayatımız nasıl olurdu” diye hayal kurarken bulabilir kendini. Motivasyonumuz düşerken kendimizi soyutlama eğilimi gösterebilir ve olağan rutinimizden uzaklaşabiliriz.
Fiziksel: Yorgunluk ve bitkinlik yas tutarken yaşayabileceğimiz yaygın semptomlar. İştah kaybı ve dengesizlikleri de keza… Uyku düzenimizin bozulması da olası. Ayrıca ani ve tarifsiz bedensel ağrı ve acılar, özellikle baş ağrısı, mide bulantısı ve tansiyon değişiklikleri yaşayabiliriz.
Benliğimize bağlı olarak bu belirtilerin bazıları bünyemizde daha yoğun veya hafif olabileceği gibi, bazılarını hiç hissetmememiz de normaldir… Dolayısıyla hislerimizi diğerleriyle kıyaslamamız, kendi yasımızda bir ‘sorun’ olduğunu kabul etmek olur ki bu sürecimizi sağlıksız kılar. Çünkü bu, kaybımızın acısının üzerine bir de “norm dışı” duygularımız hakkında kötü hissetmeye başlamamıza yol açabilir. Yas karmaşık ve bireysel bir yolculuktur. Hatırlamamız değerli…
1969 yılında psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross “yasın beş aşaması” olarak bilinen kavramı ortaya attı:
Günümüz psikiyatrlarına göre ise bu aşamalar ne doğrusaldır ne de yası anlamlandırmak için yeterli... Biz de yasın kalıpsal adımlarda ilerleyen bir süreçten ziyade, kişiden kişiye farklı tezahürleri ve yoğunlukları olan dalgalı bir yolculuk olduğuna inanıyoruz. Bazılarımız inkâr veya pazarlık aşamasından geçmeyebilir, fakat bu “yası yanlış deneyimlediğimiz” manasına gelmez.
Yine de bu evreleri yasın akıcı ve gelişimsel bir süreç olduğunu anlamada kullanmamız mümkün. Yas kaçınılmaz olarak zaman alır ve kayıptan sonraki bir hafta, bir ay ve bir yıl içinde farklı görünebilir. Bunu idrak ve kabul etmemiz, yasla sağlıklı ilişki kurmamızın bir parçasıdır…
Sağlıklı yas, önemli bir kaybın anısını benliğimize uygun şekilde korurken, etkilenen yaşamlarımıza yeni bir uyum, denge ve anlam getirmemize alan açan bir şifa rotasıdır. Ve aslında bizdeki özdeşi içimizde yatar, sezgiseldir.
Yasımızı kıyaslamaktan kaçınalım: Yas sürecimiz yaşam yolculuğumuza ek olarak içsel benliğimize ve genetik mirasımıza göre şekillenir. Önemli olan, yasın dinamik ve kişisel bir yolculuk olduğunu ve nasıl yas tutmamız “gerektiğine” dair beklentilere uyması gerekmediğini kabul etmektir.
Süreci kucaklayalım: Sağlıklı yasın ‘standart’ bir zaman çizelgesi yoktur. Kimi için birkaç ay süren, kimi için yıllar alabilir... Yas deneyimimiz ne olursa olsun kendimize karşı sabırlı olmamız ve sürecin öze uygun şekilde gelişmesine izin vermemiz değerlidir.
Duyguları farkındalıkla kabul edelim: Yas sadece acı ve üzüntüden ibaret değildir. Örneğin varlığımız için minnettar olmamız da sürecin bir parçasıdır. Sağlıklı yas, getirdiği her türlü duyguyu olduğu gibi kabul etmemiz, şefkat ve anlayışla kucaklamamız ve zor koşullar altında elimizden gelenin en iyisini yaptığımızı kabul etmemizdir.
Özümüze uyan şekilde bağ kuralım: Yas, doğası gereği yalnız bir süreçtir ve yalnızlık içte dayanılmaz hale gelirse, çevremizle “bağlantı kurmak” isteyebiliriz. Bu, kelime düzeyinde olmak zorunda değildir, doğayla bir araya gelmek de bir bağlantıdır. Keza insanlarla yasımızı konuşmamamız veya keyifli aktiviteler yapmamız bile yasımızın bize özgü, sağlıklı bir evresidir.
Hislerimizi ifade edelim: Duygularımızla öze sadık şekilde rezone olmamız için, hislerimizi çevremize ve kendimize yaratıcı gücümüzle yansıtmamız da değerlidir. Bu, günlük tutmaktan resim yapmaya, yemek yapmaktan meditasyon yapmaya, dans etmekten şarkı söylemeye kadar her şey olabilir…
Kaybımızı onurlandıralım: Kaybımızı onurlandırmak, yasımızı kabullenmemize ve hayatımızı kendimize göre yeniden anlamlandırmamıza yardım eder. Bunun için örneğin evimizin bir köşesinde mum yakabilir, anı alanı yaratabilir veya ağaç dikebiliriz.
Sağlığımızı dikkate alalım: Yas tutmak enerji ve farkındalık gerektirir. Benliğimizi kederin kontrolüne bırakıp öz bakımı terk edersek, yasla sağlıklı bir ilişki kuramayız. Dolayısıyla bu süreçte bütünsel sağlığımıza özen göstermeyi sürdürmemiz değerli… Yas yolculuğumuzda öz bakım, beslenmeden egzersize, banyo ritüelinden meditasyon ve yogaya kadar, özümüze iyi gelen her türlü sağlıklı yöntem olabilir. Süresi ve içeriği ise tamamen kişiliğimize ve andaki hislerimize bağlı…
Sonuç olarak, yasımızın nedeni ne olursa olsun, zamanla üzüntümüzü hafifletebilecek ve kaybımızla yüzleşmemize, yeni bir farkındalık kazanmamıza ve nihayetinde hayatımıza uyum ve özümüze uyan şekilde denge getirmemize yardımcı olabilecek birbirinden farklı ve sağlıklı yollar vardır, fakat şunu hatırlamamız kıymetli; yasla sağlıklı ilişki kurmanın tek bir doğrusu olmadığını kabul etmemiz ve süreçte kendimize de en az sevdiklerimiz kadar sevgi, şefkat ve özen göstermemizdir…
Yedi çakra, varlığımızın enerji senfonisine özgünce hayat veren yedi enstrüman… Denge, canlılık ve...
Devamını OkuAyurveda, her birimizin parmak izi gibi eşsiz bir enerji dengesine sahip olduğunu savunan, bütünsel bir kadim...
Devamını OkuGençlik yıllarında güçlü bir ‘wellbeing’ duygusu...
Devamını Oku