Gözlerinizi kapatın ve derin bir nefes alın. Nefes verirken, evrenin koşulsuz sevgi ve kabulüyle sarmalanmaya başladığınızı hayal edin. Şimdi gözlerinizi açın ve az önce hayal ettiğiniz sevgi ve kabulün kaynağının kendi içinizden doğduğunu imgeleyin…
Öz sevgi, hayatımızı içten dışa dönüştürme yeteneğine sahip, güçlü bir kuvvettir. Bu, öz benliğimizi keşfetmeye, kucaklamaya ve takdir etmeye uzanan bir yolculuktur. Yolculuğumuz kimi zaman zorlayıcı olabilir ama aynı zamanda inanılmaz derecede özgürleştiricidir. Hata ve kusurlarımız da dahil eşsiz niteliklerimizi olduğu gibi tanıyıp kabul ettiğimizde özümüzdeki sevginin tüm varoluş boyunca akan sevgiyle aynı olduğunun farkındalığına ulaşırız. Ve içimizde ona karşı kurduğumuz bariyerleri kaldırdıkça kendimizi her açıdan sevginin sonsuz potansiyeline açmış oluruz…
Öz sevginin anlamını ve yaşamımıza ne kadar kutsal değerler katabileceğini sizin için kaleme aldık…
Rumi’nin kıymetli bir sözü vardır: “Biz sevginin çocuklarıyız, sevgi bizim annemizdir” diye.
Bu sözün arkasında muazzam bir derinlik yatar...
İnanırız ki hepimiz hayata tamamen saf, sevgi dolu bir benlikle göz açarız. Yaşamımızın ilk evreleri gördüğümüz her şeye, tanıştığımız her cana ayrımsız bir ilgi ve koşulsuz bir sevgi yaklaşımı içerir. Ve sevgiyi verebileceğimiz gibi almayı da hak ettiğimizi doğuştan ve sezgisel olarak biliriz. Sadece nefes almamızın, var olmamızın bir değeri olduğunu içsel olarak hissederiz. Anda olmak da çocuklukta özel bir çaba gerektirmez. Benliğimizi ve yaşadıklarımızı olduğu gibi tanımak ve özümüzden gelen şekilde ifade etmek doğal ve kendiliğinden gelir. Hayat, sevgi dolu ve neşeli bir oyunun ortak sahnesidir…
Büyüdükçe, yetişkinlerde önceden görüp de anlam veremediğimiz şeyleri öğrenmeye ve deneyimlemeye başlarız. Sorumluluk, ayıp, birincilik, yetersizlik gibi beşerî kelimeler usulca zihnimize yerleşir. Beraberinde korku, endişe, kendinden şüphe gibi duyguları getirerek... Hayatta olmanın değeri yetersizleşir ve hakimiyeti kıyaslanan başarılarla şekillenen bir mükemmeliyet hırsına bırakmaya başlar. Yaşam “dersleri”, yaşam “oyununun” önüne geçer. O yüzden bilişsel varlığımız, başarılarımız ve yeteneklerimizden çok olumsuz deneyim ve hislerimize odaklanmaya şartlanır. Yavaş yavaş sevgi, mutluluk, huzur gibi hissiyatlar bizden ırak ve uğruna çabalamamız gereken “hedefler” illüzyonuna bürünür. Öz benliğimiz, iç ve dış etkenlerle yavaşça bölünmeye ve ikilemlerle dolu bir çatışma alanına dönüşmeye başlar…
İşte ‘Öz Sevgi’, bütün bu savaşımları çözümleyip özün derinlerinde yatan gerçek sevgiyle yeniden bağ kurmanın ve bu sevgiyi kendimize ifade edebilmenin adıdır.
Akışımızda bilinçlice ve bilinçsizce önüne koyduğumuz engeller düşünülürse, öz sevgiye sihirli değnekle kutsanmış gibi bir anda veya kolaylıkla kavuşabileceğimizi söylememiz gerçekçi olmaz. Zira sevginin içkin tezahürü ancak kendimize fiziksel, bilişsel ve ruhsal tüm açılarımızla uyumlanma şansı verdiğimizde, olduğumuz kişiyi nezaketle kabul ve takdir etmeyi öğrendiğimizde gerçekleşir. Bu içkinliğin eyleme ve nihayetinde alışkanlığa dönüşmesi ise muhteşem bir deneyim birikimine ihtiyaç duyar.
Dolayısıyla öz sevgi cesaret, sabır ve azim gerektiren ve her birimizin özgünlüğüne hasren farklı şekilde tasavvur edebilen bir kendini keşfetme ve büyüme yolculuğudur. Bu yolculukta benliğimize kabul, saygı ve şefkat gibi güçlü ve biraz da ‘zorlu’ refakatçiler eşlik eder...
Öz saygı, kendimizi olumlu ve olumsuz dış etkenlere göre değil, kendi duygu ve düşüncelerimize göre değerlememizdir. Evet, doğamız gereği diğer bireylerle ayrılmaz bir ilişki içinde olduğumuz yadsınamaz ama aslolan, bu bağlantıyı bağımlılık algısıyla karıştırmamak… Mesela başarılarımızın övülmesi kendimize duyduğumuz saygıyı destekleyebilir, ancak değerimizi “tanımlayan” bu övgüler değildir. Özsaygı, bu övgüleri almasak bile kendimize güvenmemiz, hatalarımıza rağmen sevgi ve saygıyı hak ettiğimize inanmamızdır. Özsaygıya sahip olduğumuzda başkalarının fikirlerini ya da kaderin bize getirdiklerini kişisel olarak algılamaz ve kendimizi bunlara göre yargılamayı bırakırız.
Öz kabul, güçlü ve zayıf yönlerimizi tanıyıp benimseme ve kendimizi yargılamadan olduğumuz gibi takdir etme becerisidir. Bu, mükemmel olmadığımızı ama yine de sevgi ve saygıyı hak ettiğimizi kabul etmek anlamına gelir. Biliriz ki benliğimiz bizi benzersiz kılan bir duygu ve deneyimler bütünüdür. Bizi biz yapan sadece yetenek ve başarılarımız değil, acılarımız, kusurlarımız ve hatalarımızdır da… Ve başarısızlık her zaman başarıdan daha iyi bir öğretmendir. Ancak karanlığımızın özgün güzelliğinde yaratıcı gücümüz uyanabilir, eşsiz içsel gücümüz beslenebilir. Bu açıdan öz kabul, yeterliliğimize ve bireyselliğimize koşulsuz bir kucak açıştır.
Öz şefkat, özellikle zor zamanlardan geçerken veya duygusal acı yaşarken sevdiklerimize gösterdiğimiz nezaket, empati ve anlayışın aynısını kendimize gösterebilmemizi ifade eder. Ve tüm bu duyguların insanlığın ortak bir parçası olduğunu kabul ederek, o anda hissettiğimiz acı ve güçlüklerin, bunlar karşısında kendimize yönelik tutum ve davranışlarımızın farkında olmamızı… Öz şefkat, olanı olduğu gibi görüp kabul etmemize ve bunlara agresif tutumlar yerine derin bir sempati ve bağışlayıcılıkla yaklaşarak içimizdeki iyileştirici güce kavuşmamıza alan açar.
Peki neden öze karşı saygı, kabul ve şefkat yaklaşımları “zorlu”?
Çünkü bunlar gerçekten derin mertebeler ve öz benliğimizde muhteşem bir denge gerektiriyor. Dengede olmamız ise beden-zihin-ruh açılarımıza işlev kazandıran yaşam enerjimizin tüm benliğimizde serbestçe akmasına bağlı. Yani çakra merkezlerimizin uyumlu, açık ve yüksek frekansta olmasına… Örneğin kalp çakramız sevgi, şefkat ve kendini kabul ile derinden ilişkili. Dolayısıyla kendimize olduğumuz gibi kabul ve şefkat göstermemiz ve özümüzdeki sevgiye yaklaşmamız ancak bu çakramızla beraber diğer birkaç çakramızın denge içinde çalışmasıyla olası. Keza güven ve istikrar duygularımızı yönettiği için özsaygının temeli sayılan kök çakramız açık ve güçlü olursa öz yargıdan ve kuşkudan uzaklaşıp kendimizi güvende, cesur ve ‘topraklanmış’ hissedebiliriz.
Her daim bu çakralarımızın işlevsel ve yaşam enerjimizin dengeli akışta kalmasıysa mümkün olmayabilir. Sonuçta evrensel akış hem de her birimizin yaşam hikayesi, her adımında farklı değişkenler barındıran bir enerji deryası…Bu değişkenler karşısında çakralarımızı besleyip denge ve uyum duygusu yakalamak ise zaman ve ilgi gerektiriyor. İşte bu nedenle öz sevginin açıları da, öz sevginin kendisi kadar beslenmesi, yani deneyimlerle idrak edilmesi gereken ayrı birer serüven…
Öz sevgi kabul, saygı, güven, şefkat, değer, bağışlama, şükran gibi tüm dönüştürücü hislerimizin birleşimi ve en yüksek tezahürüdür. Dolayısıyla bu yolculuğumuz süresince hayatımıza katkı sağlayabilecek birçok faydayı deneyimlememiz muhtemel…
Yalnız öz sevgi yolunda saydığımız ve nice birçok faydanın her zaman doğrusal veya öngörülebilir olmadığını ve yolculuğumuzun yaşam boyu sürebilecek bir süreç olduğunu unutmamamız değerli... Ancak bu yolculuğa kendimizi adamamız hem öz benliğimiz hem de tüm varoluş için daha sağlıklı, sevgi ve uyum dolu bir hayatı kucaklamamıza alan açabilir.
Buddha’nın da dediği gibi, “Siz, evrendeki herkes kadar sevginizi ve şefkatinizi hak ediyorsunuz.”
İçinizdeki eşsiz sevgi, benliğinizin tüm yönlerine koşulsuzca aksın...
Yedi çakra, varlığımızın enerji senfonisine özgünce hayat veren yedi enstrüman… Denge, canlılık ve...
Devamını OkuAyurveda, her birimizin parmak izi gibi eşsiz bir enerji dengesine sahip olduğunu savunan, bütünsel bir kadim...
Devamını OkuGençlik yıllarında güçlü bir ‘wellbeing’ duygusu...
Devamını Oku